Yörükler-Kökeni ve Tarihçesi

       YÖRÜKLER-KÖKENİ VE TARİHÇESİ

Yörük, büyük ölçüde, 17. Yüzyıla kadar yerleşik hayata geçemeyerek, yaşamına göçebe olarak devam eden Türkmen topluluklarına verilen isimdir. Yörük (yürük) adı; Yörüklerin kendi kendine verdiği veya isteyerek aldığı bir isim , sıfat değildir.
YÖRÜKLERİN TARİHÇESİ :
 
Yörükler ırken bir Turan kavmi olup Türk’tür. Dili de Altay dil grubundan Türkçe’dir. Günümüzdeki Uygur ve Hakas lehçe ve şivesine çok yakın bir Türkçe ile konuşurlar. 
Yörükler Doğu Göktürklerinin bir kolu ve Uygur, Kazak, Kırgız ve Türkmen gibi bir Türk boyudur. 745 yılına kadar Orhon, Altay, Tanrı, Sayan ve Aladağlarda Göktürklerin kurucu ve asli unsuru olarak göçebe yaşadılar. Göktürk (Kutluk) hakimiyetine son vermesi üzerine Uygurlara tabi oldular. Çin ve Moğol saldırılarıyla iyice zayıflayan Uygur Devletine Kırgızlar 840 yılında son verdi. 
Yörükler bundan sonra Karahanlı (932-1212), Büyük Selçuklu (1040-1157) ve Harzemşahlar (1157-1231) hakimiyetine girdi. Moğolların, Karahanlı ve Harzemşahlar devletine son vermesi üzerine de Hunlarla başlayan, 9. yy’dan sonra canlanan, Büyük Selçuklularla bilinçli şekilde organize edilip sürdürülen, Moğol zulmü sonucu hızlanan büyük göçe Yürüklerde katılarak Anadolu’ya geldiler. 
Orta Asya’da 1930’lara kadar nüfusunun çoğunluğu göçebe hayvancılık yapan Türk Halkları; Kırgız, Kazak, Türkmenler ve ayrıca İran’daki Kaşgaylar’dır. Diğer Türk halkları da büyük ve küçükbaş hayvancılık yapmakta ise de bunlar (Örneğin; Balkar, Tatar, Özbek ve Uygurlar) göçebe değildir. 
Saha (Yakut) Türkleri de yarı göçebe şekilde bir hayat sürdürerek Rengeyiği beslemektedirler. 9. Yüzyılda Balkanlara gelen Peçenek, Kuman, Tatar, Kıpçak, Uz ve daha sonra Evladı Fatihan olarak adlandırılacak olan Karlukların yörüklerle ilgisi olabilir. 
Bu Türk boyları Bizans, Macar ve Slavlarla savaşmış ancak kendi aralarında da anlaşıp bütünleşemedikleri için kalıcı bir devlet kuramamışlardır. Bu Türkler, Bizans Ordusunda paralı askerlik yapmış ancak 1071 Malazgirt Savaşında Selçuklu Ordusunun Türk olduğunu anlayınca Alparslan’ın tarafına geçerek savaşın kaderini değiştirmişlerdir. Bizanslılar bu Türk Boylarının bir bölümünü Anadolu’nun bazı yerlerine (Örneğin: Toroslar ve Çukurova’ya) yerleştirmişlerdir. 
Uzlar sayıları çok az olsa da (200 bin) Gagauz olarak bugün Moldavya’da yaşamaktadırlar. Balkanlarda Boşnak olarak varlıklarını sürdürenler; Peçenek, Pomaklâr (yardımcı anlamında) ise Kuman-Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Pomak ve Boşnaklara karşı gösterilen Slav düşmanlığının altında Müslümanlıkla beraber bu Türk kökenlilikte yatmaktadır. 
Sırp lideri de Boşnakların Slav değil, Türk asıllı olduklarını açıklamıştır. Boşnakların mezar taşlarında ayyıldız vardır. Kuzey Kafkasya’daki Balkarların da mezar taşları aynıdır. Boşnak ve Pomakların tamamı Müslüman, Sünni ve Hanefi mezhebindendir. Türkçe bilip konuşamadıkları itirazı ise yeterli bir delil değildir. (Slav, Kuman, Kıpçak, Oğuz, Nogay ve Arapça karışımı bir dil kullanıyorlar) 
Amerika ve Almanya’da da doğup büyüyen Türk asıllı ailelerin çocuklarının bir kısmı da hiç Türkçe bilmemektedir. Hatta 1918’de bizden ayrılan Suriye’deki Türklerin okuyan gençlerinin çoğunluğu da (Müslüman olmasına rağmen Suriye’nin uyguladığı Araplaştırma politikası sonucu) Türkçe bilmemektedir. Bu ülkelerdeki Türkler azınlık olmaları ve T.C. Hükümetlerinin ilgisizliği sonucu uygulanan aşırı, kültürel, dini (mezhepçilik), ekonomik hatta-siyasi (Türk düşmanlığı) baskı neticesi milli benliklerini gereğince koruyamamıştır. 
Diğer bir itiraz ise Boşnak ve Pomakların sarışınlığı konusudur. Yeri gelmişken bir yanlışı daha açmakta yarar vardır. Tatarların, Moğollarla bir benzerliği yoktur. Timur’unda Tatarlarla ilgisi yoktur. Tatarlar özbeöz Türk’tür. Hatta Türkiye’de milliyetçi, Turancı, Türkçü fikir hayatının doğmasını sağlayanlar Kazan, Kırım Tatar ve Başkırt aydınlarıdır. 
Söylenenin ve sanılanın aksine günümüzdeki 48 Türk grubundan sadece Azeri, Abdal, Kazak, Kırgız, Mesket, Türkmen, Yakut gibi on kadar grup esmerdir. (Bir boyunda tamamı bir renk olmayıp, kendi içinde farklılık gösterebilir) .
Kazan Tatarları, Sarı Türkişler, Sarı Uygurlar, Kumanlar, Peçenekler, Çuvaşlar, Tuvalar, Hakaslar ve Sarı Keçili Yörükleri sarışındır. Diğer Türk grupları ise kumraldır. 

Orta Asya’dan Anadolu’ya Göç :

Yörükler, Göktürk (Kutluk) Devletinin asli unsurlarından olarak Altay ve Tanrı dağlarında uzun süre huzur içinde yaşadı. Bu bölgede Kazak, Kırgız ve Moğollarda tamamen göçebe olarak yaşıyor ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Afşar ve Türkmenler ise genellikle yarı göçebe idi; Seyhun, Ceyhun nehirleri arasındaki bozkırda (Maveraünnehir) yaşıyorlardı, l. ve 2. Göktürk (Kutluk) (552-630, 682-745) Uygur, Karahanlı, B.Selçuklu ve Harzemşah hakimiyetinden sonra bölgede Moğol tehlikesi baş gösterdi. 

Orta Asya çok istikrarsız bir bölge idi. Sürekli devletler kuruluyor ve yıkılıyordu. Türk Hanedan ve boylarının iktidarı ele geçirmeye yönelik kardeş kavgaları bölge halklarını bezdirmişti. Asayiş iyice bozulmuş hiç huzur kalmamıştı. 

Yörükler, 940 yıllarında İslam dinine girmişlerdi. Kendilerini Sünni-Müslüman Büyük Selçuklulara yakın hissettiklerinden, onların yeni ve huzurlu yurt teklifine olumlu baktılar. 

1071’den sonra İran üzerinden. Anadolu’ya Türk Boylarının göçleri başlamıştı. Bu göçler özellikle Moğolların Harzemşahlar devletini yıkması üzerine (l23l) büyük boyut kazanarak 1300’lere, daha sonra da azalarak 1517 yılına kadar sürdü. 

1187, 1232, 1244 ve 1270 yıllarındaki büyük göç dalgasıyla Orta Asya, Sibirya, İdil-Ural ve Kafkasya’dan 24 – 48 (günümüzdeki ) Türk boyundan değişik oranlarla aileler gelerek Anadolu’ya yerleştiler. 

Selçukluların, Yörükleri iskan ettiği esas bölge Aydın, Balıkesir ve Muğla yöresidir. Yörüklerin bir bölümüde Kayıhan boyuyla (Osmanlılar) birlikte Anadolu’ya gelmiş önce Ahlata (Bitlis) oradan Fırat nehrinin aşağı kısımlarına (Suriye Caber Kalesi Türk mezarı civarı) sonra Karacadağ (Urfa) daha sonra Ankara (Haymana civarı) ve en son olarak da Söğüt (Bilecik) çevresine yerleştiler. 

Anadolu Selçuklu devletinin (1071-1308) Moğollar tarafından yıkılmasından sonra Anadolu 1515 yılına kadar sayıları 34 civarında olan beyliklerle yönetildi. Bu beyliklerden biri olan Osmanlılar (1299-1918) 16.yy’a doğru tüm beylikleri hakimiyetleri altına alarak, Anadolu’da birliği sağladılar.

İzledikleri politika sonucunda Orta Asya ile irtibat kesildi. Toplu göçler, aile düzeyinde, sınırlı, düzensiz gelenler dışında durdu. Osmanlılar her Türk boyunun kendini diğer boylardan üstün ve daha soylu görmesi, her beyin yönetmeye hakkı olduğuna inanması, kuruluşuna katıldığı devleti idare etme arzusunun; sürtüşme ve komşu milletlerin kışkırtmasıyla kardeş kavgasına, dolayısıyla Türk devletlerinin kısa ömürlü olmasına (Tarihte 104-150 Türk Devleti kurulmuş ve çoğunu da yine Türkler yıkmıştır.) neden olduğunu gördüler. 

Fatih Sultan Mehmet kılıç hakkına dayalı olarak yönetime gelme geleneğini değiştirdi. Devlette kalıcılığı sağlayan bürokrasiyi kurdu. Kabileci duyguları olan Türkleri yönetimden uzaklaştırdı. Yönetimin kardeşler arasında bölüşülmesini ve kardeşlerin iktidar kavgasını yasa çıkararak önledi. Subay ve memuriyet görevlerine kişiler; Türklerin dışındaki genellikle devşirme sistemiyle, başta Slav olmak üzere Ermeni, Rum gibi diğer etnik gruplardan alındı. 

2.Abdülhamit zamanında bile süvariler Çerkez, muhafız alayı Arnavut, Hamîdiye Alayları ise Kürttü. (Ancak Kürt Aşiret Alayları sadece iç isyanların “Doğu ve Çukurova” bastırılmasında görev yapmışlardır. 1877-78 Kafkas-93 harbine çok azı katılmış, Osmanlıların yenileceğini anlayınca da Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kuvvetlerinden ayrılarak Ruslarla anlaşma yoluna gitmişlerdir. Osmanlı ordusuna vermedikleri buğday ve odunu Ruslara satmışlardır.) 

1453’den 1920’ye kadar sadrazamlık makamına getirilenlerden sadece ikisi Türk’tür. Üst kademe bürokrat yetiştiren Enderun’a son zamana kadar Türk öğrenci alınmamıştır. Osmanlıların uzun süren bu yönetiminde birçok paşa ve vezir görevden alınmış, malına el konulmuş hatta boynu vurulmuş ancak uygulanan atamaya dayalı bürokrasi sistemi nedeniyle maktul vezirin hakkını savunan bir grup çıkmamıştır. 

Diğer yandan devletin kurucu ve asli unsuru olan Türkler pasifize edilme neticesi toplumdaki itibar ve etkinlikleri yanında zamanla ekonomik güçlerini de kaybettiler. Yetkililerde devlet imkanlarını kendi ırkdaşlarına sundu. Türkler ise sudan çıkmış balık misali fakirleştiler, cahil kaldılar öyle ki devlet kayıtlarına “Etrakı bi İtrak: Düşüncesiz Türk” olarak geçtiler. 

Türklük duygusu taşımak, çocuklarına Türkçe ad vermek utanılacak bir davranış, hatta suç ve günah (putperest ismi diye), Türk sözü de cahil, kaba anlamına kullanıldı. Şeyh ve hocaların yanlış, kasıtlı yorum ve görüşleri sonucu Türklerin adları hep Arap ismi oldu. Hatta Türkçe’miz dahi Araplaşarak % 30 oranında Arapça kelimelerle doldu.  

Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t-Türk kitabında adı geçen 24 Oğuz boyunun damgaları. Kaşgarlı bu damgaların davarlara, at sürüsü vurulduğunu söyler. Bu damgalar/tamgalar aynı zamanda yazıtlarda ve petrogliflerde de görülür.
RENKLERİN SİYASETE ALET EDİLMESİ:

Türk’ün Orta Asya’dan Taşıdığı Renkler: Sarı, Kırmızı, Yeşil

Sarı, kırmızı, yeşil, beyaz ve mavi… bu renkleri Türkler tarihleri boyunca kültürlerinde, günlük hayatlarında kullanmış, kimi zaman halı desenlerinde, kimi zaman giyim kuşamlarında hep bu renklerle bezenmişlerdir. Devlet törenlerinde süsledikleri otağlarında, tuğlarında, ordularında, bayraklarında kullanmışlardır. Son zamanlarda Türk Devletini içerden yıkmayı hedefleyen, Türk düşmanı uluslararası emperyalizmin gayrimeşru çocuğu PKK’nın da bu renkleri kullanması, Türkmen Yörükler arasında kızgınlık ve üzüntüyle karşılanmaktadır.

Halen bu renkleri Türk topluluklarının yaşadıkları her yerde sosyal hayatın tüm yönlerinde görebiliriz. Anadolu’da kışın kışlaklarda, yazın yaylalarda yaşamlarını sürdüren yörüklerin cepkenlerinde, poturlarında, “Poçu”larında, Türkmen Alevî-Bektaşilerin “semah” ekiplerinin giydiği kıyafetlerde bu renklerin kullanılması yaygındır.

Sarı, kırmızı, yeşil renkler Osmanlılarda da devlet törenlerinde, devlet nişanlarında, resmî törenlerde yoğun olarak kullanmıştır. Osmanlı padişahlarının kırmızı kaftan giymeleri, zaman zaman da sarı çizme kullanmaları bir gelenekti. Yavuz Sultan Selim’in 1516’da Ridaniye savaşına giderken ve savaş alanında kırmızı kaftan giyip beline kırmızı kemer takıp ayağına da sarı çizme giydiği tarihî belgelerden anlaşılmaktadır. Osmanlı padişahlarında kırmızı kaftan giymek “hükümranlık” alâmeti olarak kabul edilmekteydi.

Günümüzde, Türkmen-Yörüklerin kullandığı cepken, entari, potur, dizlik, çorap, çarık ve başlarına bağladıkları poçu’ları bu renklerle boyanmaktadır. Bu renkler ayrıca tarihte kurulmuş. Türk devletlerinin bayraklarında da kullanılmıştır. Bağımsızlık mücadelesi veren esir Türk illerinin kurtuluş mücadelelerinde bu renkler bayraklara, kıyafetlere yansıtılmıştır. Doğu Türkistan dâvasının ulu savaşçısı, görklü lideri, büyük alpereni rahmetli İsa Yusuf ALPTEKİN’in, 94 yıllık ömrü boyunca uçmağa varıncaya kadar sırtından çıkarmadığı “Çapan”ının renkleri de sarı, kırmızı, yeşil’den mürekkepti. 

Doğu Türkistan Göçmenler Vakfı 2. Başkanı Arslan ALPTEKİN, “Bu renklerin Orta Asya steplerinde yaşayan Türk topluluklarının sosyo-kültürel ve günlük hayatlarında yoğun olarak kullanıldığını” ifade ederek: “Sarı, kırmızı, yeşil renkleri Türk kızlarımızın el işlerinde, kıyafetlerinde, bindallı’larında, düğün, toy, şölen yeri süslemelerinde görebiliriz. Kırmızı: şehit kanlarını, yeşil: tabiatı (doğayı), sarı: bereketi, beyaz: barışı, mavi ise gökyüzünü, Göktürklüğü ifade eder” demektedir. 

 
…………
 
 Gidip Toros Dağlarına bakınız; 
Eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla Türk’ü yenemez.” M.Kemal ATATÜRK
 
Atatürk Konyarlar Yörüklerindendir.

Zübeyde Hanım’ın ataları Konya Yörüklerindendir. Baba soyu olarak Evlad-ı Fatihan’dır. Mustafa Kemal Atatürk’ün anne soyu, Konya Karaman’dan Rumeli’ye gelen ve bundan dolayı da Rumeli’deki diğer Yörük gruplarından farklı olarak “Konyarlar” diye anılan Yörüklerdendir. Konyarlar, Konya Karaman’dan Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1466’da Karamanoğulları etkisiz hale getirildikten sonra Rumeli’ye göçürülerek iskân edilmişlerdir.

Zübeyde Hanım’ın ataları önce Konya Karaman’dan alınarak Batı Makedonya’daki Vodin İlçesi’nin batısındaki Sarıgöl Bucağı’na yerleştirilmişler, daha sonra da Selanik dolaylarına gelmişlerdir.

KAYNAKÇA

  • https://tarihvearkeoloji.blogspot.com.tr/2014/06/yorukler-youruks-turks.html

Kimler Neler Demiş?

İlk Yorum Hakkı Senin!

Bildir
error: İçeriği kopyalayamazsın!
İçerik AKKECİLİ.COM telif hakkıyla korunuyor.